ana sayfa tanıtım haberler mudanya 118 fotoğraflar tanışalım
**Mudanya'nın ilk ve tek internet gazetesi**
[02 Ekim 2003]

::yazarlar::
Niyazi Menteş
Hakkı Ovatman
Yılmaz Sönmez
Akın Kazıklı
Konuk Yazarlar

::haberler::
ana sayfa
yerel haber

.::bulmaca::.

medya-turk.net / Bursa medya portali

mudanyaonline.net'te

Trilye ve dil bilmek

Akın KAZIKLI / Tayland'dan yazıyor
akazikli@web.de

Bu hafta da sizlere Trilye'den bahsetmek istiyorum. Sayın Ceren hanım beldemizdeki bazı kiliselerin neden özel mülkiyette olduğunu sormuş. Benim bildiğim kadarı ile bu mümkün. Mübadele sırasında göç edenlerin malları olan bu tür yerler gelen Türklere devredilmiş. Örneğin, Bursa'nın tanınmış mimarlarından İsmet Veral'in kayınbiraderi Deniz ağabeye bu kilise babadan kalmış. Babası o zaman Trilye'de Mal Müdürü imiş ve orayı bir satıştan almış. Maalesef onunda bunu tamir ettirmeye gücü yetmiyor. Dışarıdan gelen birkaç heyet kendisi ile görüşmeler yapmış ama yine duyduğum kadarı ile bazı bürokratik engellere takılmışlar. Aslını kendisinden öğrenmek daha doğru olur.

Yalnız benim bir ara yaptığım tespite göre Kilisenin içindeki tüm resimlerin gözleri oyuktu.(Hala duruyor mu bilmiyorum) Bunun sebebi Hıristiyanlığın ilk günlerinde Kapadokya civarından göçen tutucu Hıristiyanlar bu resimlerin gözlerini oymuşlar. Bizdeki resim yasağı gibi onlarda da yasak varmış.

Trilye'den göç eden Rumları bugünkü Yunanlılarla asla karıştırmamak lazım. Zaten onlar da bunu asla kabul etmiyorlar. Bugünkü Yunanlılar İyon yani Makedon oldukları için, aslında Anadolu Rumları ile dil ve din hariç pek etnik yakınlıkları yok.

Yunanistan'ı, daha doğrusu Selanik, İskeçe'yi ziyaretimde hiç unutmadığım bir kaç olayla karşılaştım. Bu aslında başlı başına bir yazı konusu ama bir tanesini anlatayım.

Selanik'te bir otele yerleştikten sonra akşam dolaşırken otel yakınında bir tavernaya gittim. Köşede tek kişilik bir masaya ilişerek, bir USO (Bizim rakının biraz az alkollüsü ) sipariş ettim Salon dolu idi ve ayni bizim eğlence yerlerimiz gibi herkes ortada oynuyordu. Derken benim kulağıma bize hiç yabancı olmayan bir müzik gelmeye başladı. Bu şarkının "Mavi, Mavi " nakaratı Türkçe olarak diğer sözleri Yunanca idi. Arkasından da yine İbrahim Tatlises'in "Allah Allah" adlı türküsünü çaldılar.

Ben de bu arada ufak bardaklarla sek içtiğim Uso ve zevkli Müzik yüzünden olacak, yeniden içki söylerken Almanca Türkçe karışık "Ein RAKI" demişim. Garson bana baktı ve "Türk müsün?" diye sordu. Ben de biraz çekinerek "Evet" dedim. O da halka dönerek "Burada bir Türk var" diye seslendi. Doğrusunu söyleyeyim ben biraz ürktüm ama bu ürkmemin ne kadar yersiz olduğunu az sonra gördüm. Hemen her masadan bir bardak Uso yağmur gibi yağmaya ve kadehler 'Şerefe ve Yasu' diye kalkmaya başladı. Orkestra da Çiftetelli Türküko'ya geçti. Bir anda kendimi sahnede buldum. Birileri beni çekiştirerek sahneye götürdü. Sabahın ilk ışıklarına kadar Uso içtik ve birlikte oynadık.

Zorla otelimi buldum ve yattım. Sabah tabii ki kahvaltı saatinden çok sonra kalktım. Resepsiyondaki gence Almanca olarak "Kahvaltı yapmam mümkün mü?" diye sordum. O da gayet sert bir şekilde "Hayır" deyince, gayri ihtiyari olarak yüksek sesle "Allah kahretsin" demişim. O sırada kenarda oturan yaşlı, ufak tefek bir adam bana dönerek "Madem Türksün neden Gavurca konuşuyorsun?" diye sordu. Meğer otelin sahibi imiş. Bana derhal mükellef bir kahvaltı hazırlattı ve resepsiyondaki gence de kızdı (sonradan oğlu olduğunu öğrendim)

Buna benzer olayı Almanya dahil bir çok kez yaşadım . Başka bir yazımda bunları anlatacağım.

Dil ve Gavurca deyince aklıma yine anneannemin anlattığı tarihi bir olay geldi. Yunanlıların Mudanya ve Trilye`yi istilasından sonra, yani İstiklal savaşının başladığı günlerde Türkler de içten içe muhalefetlere başlamışlar. İstanbul`dan gemi ile kadınlar veya kadın kılığındaki erkekler ağır çantalar içinde Bursa üzerinden Anadolu'ya silah taşıyorlarmış. Bu son derece gizli yapılıyor ve gelenler dikkat çekmeden sanki müşteri imiş gibi gelip, parola vererek at arabalarına binip Bursa'ya geçiyorlarmış. Annemin babası rahmetli Ahmet dedem (namı diğer yerli Sarı Ahmet ağa) köyün hali vakti yerinde olanlarında olduğu için atlı arabası varmış. Onu da bu vazifeye çağırmışlar. O da severek aylarca ucundan da olsa bu kutsal olaya yardım etmiş.

Bir gün geceden gelmiş ve sıraya girmişler. Sabahı beklerken bir çoğu uykuya dalmış. Bir ara dedem bir Yunan Yüzbaşısının Rumca olarak, "Bu birkaç Türk kopilinin hakkından gelemediniz mi ?" diye konuştuğunu duymuş. Derhal arabanın altına gizlenmiş ve arabaların altından yavaşça uyandırabildiklerine haber vermiş ve kaçabilenler gizlice eski demiryoluna doğru kaçmışlar. Sabah bir çok arabanın sahibini süngülenerek öldürülmüş olarak bulmuşlar.

Anneannem o yüzden bize dil öğrenin de ne dili olursa olsun derdi ve ilave ederdi. "Dedeniz bildiği üç kelime Rumcasi sayesinde kendi ve bir çok kişinin hayatını kurtardı. Size de lazım olur, bir dil bilen bir insandır, iki dil bilen iki insandır" derdi.

Tanrıdan tüm ölmüşlerimize ve şehitlerimize rahmet dilerim.


Yazılardaki, düşünce, kanaat ve görüş yazarına aittir
Her Çarşamba güncellenir.
...Yazarımızın, eski yazılarına ulaşmak için...
Akın KAZIKLI'ya ulaşmak için :
akazikli@web.de
Copyright, www.mudanyaonline.net 2000-2003